tek

iki kişilik kanepemi çöpe attım bu akşam üstü..
kapıcı "atılır mı abi, yazık" dedi..
iki kişilikti,
attım..
yalnızlık lükstür..

güneyde öylesine mavi ve mutlu bi gün..










o gün herşey mavi tonuydu..
her yön güneydi..
o gün güneyde mavi bi gündü,
ve ben mutluydum..

Les trains voyagent dans le temps..

trenler zamanda yolculuk yapar..

sonbahar sepya..

saçları rüzgarda uçuşan melankolik çocuğum ben..
ve sonbahar geliyor,
hissediyorum..

bilanço, palyaço ve nuri alço..

en ciddi durumlarda "bilanço" kelimesini duyunca aklına "palyaço" gelen bi tek ben miyim?
yoksa -allah muhafaza- aklına "nuri alço" falan gelen var mı?

aksaray tramvayı ve cemal süreya..













"Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız" diye yazmış şair..
tramvayda laleli bir sınırmış demek ki şaire göre..
kimbilir belki kapalı çarşı'sı, çemberlitaş'ı, sultanahmet'i başka bi yer,
laleli'den sonrası ise dünya imiş şair için..

tramvaydaki yer-yön ibaresi de şairi doğrularcasına ayırmış laleli'den öncesini ve sonrasını..

felsefe'nin kapı-önü sendromu..

"iki satır"ı arıyorum günlerdir,
şuraya yazmak için iki satırı arıyorum her yerde..

gülhane'den sirkeci'ye inerken cam kenarı tramvayda bakındım ilkin,
sonra beşiktaş'tan kadıköy'e aktarırken kız kulesi açıklarında (ben kız kurusu demeyi tercih ediyorum ya aslında)
sonunda, iki sokak aşağıdaki köhne birahanede, önceki günü daha sonrakine bağlamaya çalışırken buldum sanırım o iki satırı.. belki de aradığım “iki satır”, o “iki satır”ı ararken kaçırdığım detaylardı.. bir şeyi takıyoruz kafamıza, ya da yönleniyoruz bir şeye, o şeye ulaşmak için bizi mutlu edecek bir çok şeyi acımasızca yok sayıyoruz..

sonrasında o geceyi ertesi güne bağlamanın ve kafamdaki o karmaşık sorulardan birini daha biraz olsun çözmenin verdiği mutlulukla eve doğru bir peter pan edasıyla (niçe ağır kaçar) yönlendim (alkol etkisi ile bi karış havadayım ya o yüzden peter pan, süperman’dir batman’dir gücenmesin yoksa).. kapının önüne gelince cebimdeki bi eksikliği fark ettim.. anahtarı içerde unutmuştum..

ve felsefe’nin sokakla kesiştiği noktada tek başınaydım artık..

ananem vol.1



















Rahmetli ananem, (gittiği yerde mutludur umarım) çayı çok severdi..
bi allahın gününü çaysız geçirdiğini annem görmemiş..
Yaz sıcağında (bknz: antalya sıcağı) çay içmek kolay olmadığından ananem çayın demini koyduktan sonra üstüne su yerine buz atardı, üstüne de yarım dilim limon..

rahmetli yıllar önce piyasadaki bi boşluğu iyi yakalamış.. çocukları biraz daha girişimci olsaydı, belki çoğumuz bugün lipton'un "ice tea"si yerine makbule'nin "buzlu çaylarını" içiyor olacaktı.. bu yüzden kahraman bakkallardan süper marketlere kadar heryerde bulunan "ice tea"nin limonlusunu ne zaman görsem aklıma ananem gelir..
muhtemelen o da çok yukarlardan elinde "limonlu buzlu çayıyla" beni seyretmektedir..

*resimdekiler ananem ve teyzem, teyzemin karakalem çalışması
bknz: ayşe mercan - desen çalışmalarım

mutsuz sonlar ve çingeneler..

mutsuz sonları hep daha çok sevdim,
şatolarda cüceleriyle sonsuza dek mutlu yaşayan ikinci kalite pamuktan prensesler yerine..

ve çingeneler,
heryerde aynılar,
farklı kıtalarda, farklı dillerde, farklı dinlerde..
bizse semte göre değişiyoruz..

caretta caretta..

yolumu kaybedince,
içgüdüsel olarak,
denize doğru yürüyorum..

bu aralar kendi iç devrimim ile meşgulum..

nasıl eşitsizim kendime, nasıl karşıyım bi süredir anlatamam, neler düzenlemedim ki kendimi değiştirmek için.. ilk önce "toplu dilekçeleri" denedim, imza toplamaya çalıştım kendime karşı.. komşulara, bakkala, manava gittim bi imza versinler diye, yok.. farkettim başkası ile olmayacak.. sonra "iş yavaşlattım" kendimce.. bulaşıkları, çamaşırları yıkamadım, evi toplamadım, evi bok götürdü kısaca.. "grev"lere gittim sonra, aydatları ödemedim, kirayı geciktirdim (hiç ödememeyi totom yemedi açıkcası) uzlaşmaya çalıştım sonra kendimle, sözleşmelerde karşılıklı tavizler verdim.. olmadı, uzlaşamadım.. sonra ayaklandım, "haydi alanlara" dedim, taksimde buluşalım dedim, seni aradım.. taksimde buluşuyoruz dedim, bu kez farklı dedim, olucak, biliyorum, inanıyorum.. tamam dedi, inaniyordum kendime, bu son şansımdı, olucaktı çünkü doğruydu yaptığım şey, hakkımdı.. daha odadan çıkamadan, 19 liltrelik damacadan (bknz: bizim sucu) boyalı su sıktım kendime, ama ıslah olmadım suyla, ıslah olamayan kısımlarıma biber gazı sıktım salonda, misafir var mı yok mu aldırmadan.. misafirlere de ayıp oldu ama olsundu, kolay değildi devrimleri bastırmak..
yaşasın ben..

iki kalas bi heves..

düşündüm de "düşünmek" kelimesinde "düş" sözcüğü saklı..
fazla mı düşünüyorum ne?

Imam BaildiPasatempo
"imam baildi" eski yunan klasiklerini yeniden düzenleyen dj'li, buzuki'li, klarnet'li bi yunan grubu..
aynı coğrafyanın insanları olduğumuzdan mı, yoksa isimlerinden gelen çekicilikten mi bilmiyorum? çok sevdim yaptıkları müziği..
komşuda pişer bize de düşer..

iki yakamızı biraraya getiren vapurlar..


















"Debout Sur le Zinc - Les Mots d'Amour"
şarkı mı güzel, yoksa vapurda dinlemek mi şarkıları güzel yapıyor anlamadım ama ortada bi güzellik var, bundan eminim..

tuzsuz deli bekir..

tuzsuz deli bekir, "gölge oyunu"nun deli karakteri..

kendisine tuzsuz denmesinin sebebi "eskilerin yeni doğmuş çocukları mikrop kapmamaları için sofra tuzu ile tuzlamaları" eylemine maruz kalmaması.. diğer bir rivayet de "tuzsuz" yani biraz gelgit akıllı olması..

bir elinde içki şişesi diğer elinde de tabanca ya da kama taşıyan tuzsuz deli bekir, mahallede olayların karmaşıklaştığı anlarda gelip kaba kuvvetle olaylara çözüm bulması ile ünlü.. her zaman herkesle dövüşmeye hazır olan bu adam anası, babası ve başka 999 kişiyi öldürmesi ile övünür.. ayrıca bir insanı kolayca öldürebileceğini söylemesine karşın kimseyi öldürmez, cezalandıracakken hep bağışlar.. kimseye belli etmemeye çalıştığı bir hoşgörüsü vardır.. başka bir rivayete göre de "bekr-i mustafa"nın kardeşidir..

"tuszuz deli bekir"i bu kadar anlatmamın sebebi bu adamı belli noktalarda kendime yakın hissetmem sanırım.. ben küçükken yine biraz "tuzsuz" bi aile dostumuz bana "tuzsuz deli bekir" diye seslenince annem çok kızardı.. ben o zamanlar hiç sorun etmezdim, hala da etmiyorum..

bu dünyayı yaşanabilir kılan "tuzsuz"ların şerefine..
iyi günler diliyorum..

hayal kurmak çamaşır suyu içmek kadar zor*

sehpanın üzerinde küpesinin teki kalmıştır, yatağının altında ise tokasını bulursun.. ayrılık yeterince canını yakmıyormuş gibi bir de bunlarla uğraşırsın.. bulunma anları iç kanamalara sebebiyet verebilir, tıbben kanıtlanmıştır.. küpeyi toplama kampına gönderirsin, tokayı krematoryumlarda yakarsın..

evet, hayal kurmak çamaşır suyu içmek kadar zor..

*kanat güner - eroin güncesi

morrisey*


beğenilmediğini, sevilmediğini bile bile birini öpmek istemek..
öyle bi şarkı ki, dinlerken zaman duruyor,
yelkovan adamın kalbine saplanıyor..
merak ediyorum nancy sinatra bu şarkıyı yorumlarken bir kelimesini dahi olsa hissetmiş midir?
iyi ki varsın morrisey..

Electri-City

dün gece bi arkadaşımla asmalımescit'te otururken, bi anda elektikler gitti.. tüm muhiti -belki de alkolün güdümünden- bi alkıştır, ıslıktır (ki hiç yapamadım, yapamam) sardı.. bi süre sonra malum elektrik geldi! aynı muhit son dakikada hatalı gol yemiş kaleci misali "ooouuvvv" dedi..

elektriğe bu kadar bağımlı bi nesilin elektrik gelince bu kadar üzülmesi garip, ya da bana öyle geldi.. ne güzeldi ya elektriksiz.. öyle işte..

cevabı sorusundan daha çok acıtacak ama..

mutlu olmak için daha ne kadar kaybetmem gerekiyor?

masumiyet














"ceza derler oğlum buna ceza..
hakim kime kalem kırar düşündün mü hiç?
kimi falakaya yatırırlar?
kimi orospu yapıp, kimi aç öldürürler ?
kim gözünü kırpmadan beynine sıkar kurşunu?
koyun gibi kesilmeyi bekleyen şerefsizler mi?
beş paralık düzenleri için hayatlarını peşkeş çeken pezevenkler mi?
söyle lan kim?"

sen majör, ben minör..

















sürekli festival filmleri veren o eski sinemada yanyana oturmuşuz, esas oğlan benim.. ve en güzel kadın oyuncu oskarını sana vermişim, aa baksana ne güzel istanbulda çekmişler filmi.. hafiften fransız filmlerini andırıyor, siyah-beyaz, ama sadece senin olduğun sahneler renkli.. yine ağlıyosun, biliyorum yine sana özlediğin insanları hatırlattı film.. ve birden kalkıp gidiyorsun aniden, hiç hesapta yokken.. zamansız gidişine seyirci kalırken ben, arkaplanda jacques brel'den bişeyler çalıyor.. sonra "hayır" diyorum, yanılmışım jacques brel değilmiş çalan meğerse sen çalıyormuşsun.. hayallerimi, duygularımı..

sokağın hangi tarafında oturuyorsunuz?

















bu fotoğrafı google earth'den aldım.. istanbul, şirinevler-ataköy civarı.. kendimce çizmeye çalıştım anlatmak istediğim bölümü.. ayrıntılara bakılırsa yeryüzünden 4.57 km yukarıdan alınmış bi görüntü..

ortada mavi çizgi ile görülen E-5 karayolu, fotoğrafa göre E-5'in alt tarafı ataköy, üst tarafı şirinevler..

yolun bi tarafı ayrık nizam, depreme dayanıklı, güvenliği olan, hayat standartı yüksek, elit istanbul semti.. yolun diğer tarafı ise kozmopolit, bitişik nizam, kaçak yapılmış ve sonradan (muhtemelen oy kaygısı ile) planlama yapılmadan imara açılmış orta-direk istanbul semti.. iki tarafta aynı gökyüzüne bakıyor ama yaşama biçimleri çok farklı, aradan sadece bi yol geçiyor.. yapılabilecek daha yüzlerce yorum var.. devlet var, belediye var, adil gelir bölüşümü var, eşitlik var, hak-hukuk var, yaşam şartları var, insanlık var.. var oğlu var..

merak ediyorum bu eşitsizliğin sonu nereye varacak?

ilk trene bi bilet lütfen..

















bazen olur ya, çekip gitmek falan gelir içinden, nereye olduğu pek farketmez, ilk trene atlamak istersin, makinist çizsin rotayı, ne biliyim hayat biraz böyle bişey..

bi şarkıdan kaç şehir geçebilir ki?



güneydeki o şehirde,
fransız şarkıları çalıp,
bira satabileceğim bi yer açmak istiyorum..

houston, i have a problem..




















houston, pek fenayım..
ama sizden istediğim hiç bişey yok..
emin olun..
bu sefer amerika dünyayı kurtaramayacak..
sadece sölemek istedim o kadar..
gidin başımdan houston..
...
..
.
houston bi siktir git..

vapurlar siyah-beyaz olsun mu?




09.20 vapuru kadıköy'den hareketle 70'lere gidecektir.. meraklısına..